‘CUMARTESİ SEVGİLİSİ’

Değerli dostlarım,
sevgili arkadaşlarım;
Adı gibi özel ve derin izler taşıyan,
aynı zamanda okurken farklı bir heyecanı yaşatan,
yaşanmış gerçek bir
aşk hikayesini tüm gerçekleriyle anlatan kitabımı yazmaya başladım.
Bir bölümünü sizlerle paylaşıyorum…

“CUMARTESİ SEVGİLİSİ”
(Gerçek yaşanmışlık)
………………………..
(1.Bölüm)

Yıl 2013
Yapraklarını sarartmış, bir çoğunu da etrafa dağıtmış, ayların en hüzünlüsü eylül ayının soğuk bir akşam öncesiydi;
Dalgaların, martıların, ve rüzgar sesinin hakim olduğu sahilde,
boyası dökülmüş, eski bir bankta sevimli köpeği ile 37-39 yaşlarında bir adam oturuyordu;
Sanki, ruhunu kaybetmiş,
gözlerini denize teslim etmiş,
dalgın dalgın uzaklara bakıyordu;
Uzun kulaklı, sivri burunlu,
kürkü andıran, kahve rengi tüyleriyle sevimli cocker cins köpeği ise sahibinin o anki ruh haline eşlik etmiş, sessizce başını adamın dizinin hemen yanına koymuştu;
İçim burkuldu bir an;
Hani sebep aramadan bir anlıkta olsa birini kendimize yakın hissederiz ya,
öyle bir şey oldu işte.
Çekmişti beni adamın bu hüzünlü hali;
Vardı dinlenmesi gereken bir hikayesi;
Yaklaştım yanlarına,
giriş yapmam ve bu hüzünlü sessizliği bozmak için bir bahanem olmalıydı;
Eğilip sevimli köpeğini sevmek için elimi uzattığımda,
bir mırıldanma duydum;
Adam yanına geldiğimin farkına bile varmamış olacak ki,
kısık bir ses tonu ile
‘mektup’ ‘mektup’ diyordu;
Daha da çok ilgimi çekmişti;
Bölmeden usulca bankın diğer ucuna oturdum;
Onun yalnızlığına, hüznüne ortak olmak istedim;
Sağ elimle sahibini yalnız bırakmayan isminin Paşa olduğunu sonradan öğrendiğim köpeğinin sırtını okşamaya başladım;
Niyetim essizliği bozmak değil,
onlara katılmaktı;
Hani limanda akşam olunca,
balıkçı yarini beklerken,
gözlerini denizin taa en uzağından ayırmayan hanımlar vardırya,
onun gibi bakıyordu;
Adam uzaklara,
ben adama bakıyordum..
Akşamın ve denizin soğuğunu kırmak için, hemen yanda, kayalıklar da semaverde çay yapan çaycıdan
iki karton bardak çay alıp geldim;
Uzattım, dalgın bakışlarına sıcak bir çay molası vermesi için;
Yüzüme baktı, bardağı alıp,
üşümüş ellerinin arasına sıkıştırdı;
Sıcacık bir tebessümle,
ben Yavuz dedi;
Öyle samimi, öyle içten baktı ki,
onu hayata küstüren,
bunca zaman susturan,
içinde sakladığı kırılmışlıklarını anlatmak için sanki
uzun zamandır beni
bekliyormuş gibidiydi;
Ben hiç bir şey sormadan,
başladı anlatmaya..
Yavuz, 2 yaşındayken, Ankaradan İstanbula göç etmiş, 6 çocuklu bir ailenin son çocuğu olup,
işin de ve kariyerin de başarılı,
geniş bir arkadaş çevresi olan, eğlenceye düşkün, hanımlara ödün verip, fakat gönül vermeyen,
bir balıkçı kasabasında 4 katlı eski bir binanın teras katında köpeği Paşa ile yaşayan, oldukça sosya ve
çapkın bir adamdı.
Hatta, bir de lakabı vardı..
“Beyzade”
……………..
(2.Bölüm)

2013 yılının 6 nisan cumartesi sabahı Yavuz, huysuzlaşan paşanın sesi ile güne uyandı;
Köpeğin, her zaman ki halinden farklı, bir telaşı vardı;
Sanki özel bir gün olacağını müjdeler gibiydi.
Birlikte sahile inip,
Saatlerce parkta ki çiçeklerin,
yerde ki böceklerin,
dalda ki serçelerin,
denizde ki martıların,
bahar coşkularına eşlik ettiler..
Sabahın ilk ışıklarında kapalı olan, kasabanın en gözde kahve durağı, otantik dekoru ve modern yapısıyla bohem bir havası olan cafe açılmış, misafirlerini ağırlamaya başlamıştı..
Önünden geçerken, bahçesinde ki masaların birinde yalnız oturan
bir kadın dikkatini çekti;
O kadın, Yavuz için
sıradan bir kadın değildi;
Hani ‘gözden kalbe damlayan ilk damla’ vardır ya,
sırılsıklam eden,
işte öyle birşey di;
Kadının, üzerinde,
şömine de yanan odun alevini andıran derin dekolteli kırmızı elbisesi,
denizin derinliklerindeki
el değmemiş yosun rengi
yeşil gözleri,
kısa sarı saçları,
kar tanesini andıran yüzü,
ince bilekli uzun bacakları,
özgüvenli oturuşu,
ve asil duruşu, istemeden çekmiş,
hatta yolundan alıkoymuştu;
Rutinini bozup, genelde akşamları gidip kahve içtiği mekana
ilk defa sabah uğrayacaktı;
Kadın, yanından geçen,
Yavuzun “şapşal” halini
fark etmiş olmalı ki,
tebessüm ederek
kahvesini yudumladı;
Hemen kadının arkasındaki
boş masaya oturup,
sade bir türk kahvesi söyledi;
Adamın yüreği öyle
hızlı çarpıyordu ki,
içi içine sığmıyor,
gözlerini kadından ayıramıyordu;
İlk defa bir kadın bu kadar çekmiş
ve heyecanlandırmıştı.
Kadının sesini duymayı,
onunla konuşmayı
öyle çok istiyordu ki;
Bir şeyler yapmalıyım.!
Allahım ne olur bir mucize olsun
diye geçiriyordu ki içinden,
o mucize bir anda kendiliğinden oluvermişti;
Kadın arkasını dönerek,
bu tatlı şeyin ismi nedir
diye sordu.?
Heyecandan eli ayağına dolaşmış,
titrek bir ses tonuyla
adam cevap verdi;
Paşa, benim Paşam dedi.
Kadın, masasından kalkarak, yanlarına gelip, şuh bir ses tonuyla
ne güzel ismin var senin diyerek köpeğin kulaklarıyla oynuyordu;
Yavuz, kısa bir şapşallıktan sonra
Normal moda dönmüş olmalı ki,
Her zaman ki nezaketi ile,
kahvemize eşlik etmek istermisin
diye sordu.?
Kadın, başını sallayarak,
neden olmasın diye cevap verdi;
Masasında ki siyah küçük
deri çantasını da alarak
masaya geldi.
Yavuz, kalktı ve kadının oturacağı sandalyeyi çekti;
Bir bakışta aklını başından alan kadın
masanın diğer ucunda,
bir nefes kadar yakındı.
Elini uzatarak ben Arzu dedi;
Yaşadığı bu şoku hala üzerinden
atamamış olacak ki,
adam ismini söylemeyi unutmuştu.
Kahveleri tazelesek mi diye sordu.?
Kadın, gülerek senin bir ismin yokmu,
kahveden önce onu söylesene dedi;
Şeey , afedersiniz,
Yavuz ben, çok memnun oldum dedi.
Bu şaşkın ve şapşal tavrı,
kadının çok hoşuna gitmişti..
………………………………..
(3.Bölüm)

Sohbet bir anda öyle samimi,
öyle derinleşti ki,
sanki uzun yıllardır birlikteler de,
Arzu makyajını tazelemek için lavaboya gidip gelmiş,
sohbete kaldığı yerden
devam ediyorlardı;
Çok zor olmamıştı bu yakınlık, kendiliğinden gelişmiş,
ikiside istemişti.
Kimi zaman hayata dair
güncel konular,
kimi zaman espirili ağız dolusu kahkahalar,
kimi zaman ise anlaşıldığını bilerek, bir çok şeyi susarak aşıyorlardı;
Bu tanışmanın en güzel tarafı
tesadüf olmasıydı;
Saatlerce sohbet etmelerine rağmen
birbirlerine hiç soru sormadan, sorgulamadan
sadece bu güzel,
keyifli an’ın hayata inat,
tadını çıkarmalarıydı..
Kahveler, peşi peşine
vagon gibi dizilirken,
her içilen kahvenin,
“köpüğün de tebessüm,
telvesin de samimiyet vardı.”
Kadın, saatine bakarak,
vakit çok çabuk geçmiş,
uzun zaman olmuştu böyle keyifli saatler geçirmeyeli,
herşey çok güzeldi teşekkürler,
kardeşime uğramam gerek diyerek, çantasını eline aldığında,
Yavuz, ben bırakayım,
çünkü kardeşine ayıracağın zamanı ben çaldım;
Müsade edersen telafi edeyim dedi.
Kadın önce bir durakladı,
gözlerine bakarak tebessüm etti
kısık bir ses tonuyla peki dedi.
Arzu masadaki sigara ve çakmağını toplarken,
Yavuz hesabı ödedi.
Sanki, iki eksik parçayı buluşturan,
kavuşturan, tamamlayan,
buram buram bohem bir tarzı olan,
(derbeder ve sanatı önemseyen) kişilerin tercih ettiği salaş cafeden ayrılırken, artık bu cafenin her ikisi için de bir anlamı olmuştu.
Sahilden üç sokak geride olan eve doğru yürümeye başladılar.
Kocaman bahçeli,
içinde meyve ağaçlarının
ve beyaz güllerin olduğu evin kapısına geldiklerin de,
kadın, evinin bahçesi çok güzel,
ama ben en çok elma ağacını sevdim dedi.
Söylerken sesinde, öyle bir hüzün, öyle bir acı vardı ki,
belli ki yaşanmış derin bir hatırası, anlatacak bir de hikayesi vardı.
Adam Paşa’yıda kadının yanında bırakarak, aracın anahtarını evden alıp gelmek için müsade istedi.
Boyası solmuş, asansörü olmayan, merdiven korkulukları kırık dökük binanın basamaklarını ikişer ikişer çıkarken, heyecan ve endişeyi de birlikte yaşıyordu.
Sanki bu bir rüya ve geri döndüğünde rüya bitecek korkusu vardı için de.
Haksız da değildi.
Yıllar sonra “gri” hayatına bir kaç saatliğine de olsa “mavi” karışmıştı.
Yaşadığı temiz ve düzenli teras kat 1+1 dairesinin kapısını çar çabuk açmış,
gardırobunda ki lacivert spor ceketi,
mavi kot pantolonu ve ütülü beyaz gömleğini çıkarıp,
üzerine çoktaan giymiş, parfümü bile sıkmıştı.
Aracın anahtarını da alarak
aşağıya indi.
Fakat aracın yanın da ne Arzu,
nede Paşa vardı…✍️

Hakan Emir TÜRKOĞLU

  
1153

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir